hepsi(ni), tamamı, tümü, bütünü (ile), bütün olarak, topu topuna, genel olarak, herşeyden önemli.
Taking it, take all in all: Alıyorsan hepsini al.
They were all in all to each other: Birbirinin herşeyi idiler.
all inall, her condition is greatly improved: Genel olarak durumu çok düzeldi.
He imagines that he is all in all in business: Kendini iş hayatında çok önemli sanıyor.
There were ten people all in all: Topu topuna on kişi vardı.
all told: tamamı, hepsi, tümü.
Bir bütün olarak ele alındığında,
bir bankanın vadesi gelmemiş bir döviz kambiyo senedi satın aldığında uyguladığı kur
zamanı gelince, münasip zamanda.
prim gibi yan ödemeleri içeren ücret
temel zaman esaslı ücret planına ek olarak ödenen ikramiye
doğal, normal, tabiî, mutat.
It's all in the day's work: Ne yapalım? bu böyledir.
baştan aşağı çamura bulanmak
Fiil
tamamıyla altüst durumda olmak
Fiil
bir şeyin lehinde olmak
Fiil
baştan başa beyazlar giyinmiş
Hesapta bu da var (Bir işin hem iyi hem kötü tarafına razı olmalı).
fiyatların genel olarak yükselmesi
geniş kapsamlı, hepsini kapsayan.
all-in policy: bütün riskleri kapsayan sigorta poliçesi.
all-in price: toplam (herşeyi içine alan) fiyat.
baştan aşağı çamura bulanmış olmak
Fiil
(otomobil) yıl boyunca işletilmek
Fiil
melekelerine hâkim olmak
Fiil
her şey de mükemmel olmak
Fiil
bütün alışverişlerinde tam dürüst olmak
Fiil
bir sorunu bütün yönleriyle ele almak
Fiil
her türlü mal ticareti yapmak
Fiil
bütün durumları tek bir formül içinde toplamak
Fiil
tüm enerjisini bir şeyde kullanmak
Fiil
dört bir taraftan akın etmek
Fiil
bütün finansal alanlarda iş görmek
Fiil
her türlü mali alanda iş görmek
Fiil
değeri durmadan düşmek
Fiil
her türlü havada dışarı çıkmak
Fiil
her türlü hava da dışarı çıkmak
Fiil
tüm servetini hisse senet dilerine yatırmış olmak
Fiil
tüm servetini hisse senetlerine yatırmış olmak
Fiil
(kural) her halükârda geçerli olmak
Fiil
bütün engellere karşın yolunda gitmeye devam etmek
Fiil
bütün bunların yanısıra, tüm bunların yanısıra, tüm bunların yanında, bütün bunlar yetmezmiş gibi, bunlar
da yetmezmiş gibi, üstüne üstlük
Zarf
hepsi, hepsi dahil, hep beraber, topu topuna.
They are ten in all: Hepsi on kişidir.
toplam olarak, topu topuna, hepsi.
We were fifteen in all.
(a) vicdanen.
I couldn't do such a vicked thing in all conscience: Vicdanen böyle bir kötülüğü
yapamam/Onu yapmaya vicdanım müsaade etmez. (b) doğrusu, şüphesiz, kesinlikle, mutlaka, hiç kuşkusuz.
doğrusu, hakçası, dürüstlükle, tam tarafsız/dürüst/âdilâne davranışla.
in all fairness to him:
ona karşı haksızlık etmemek için.
büyük bir ihtimalle, pek muhtemeldir ki, ağlebi ihtimal.
In all likelihood (= very probably) we shall be away for a week.
kemali tevazu ile, övünmek gibi olmasın (ama).
I can say, in all modesty, that there's no more successful man in the whole town than me.
pek muhtemel olarak, her halükârda.
mantıkî olarak, makul düşünülürse.
...'in her aşamasında
Zarf
...'in tüm aşamalarında
Zarf
bütün kural ve nizamlara karşı gelme
taleplerin tamamıyla ödenmesi
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek
Fiil
bütün ticaret kredilerini bir hesaba ödemek
Fiil
her şeyde mükemmel olmak
Fiil
bütün bilgisini sergilemek
Fiil
bütün sermayesini bir işe yatırmak, varını yoğunu tehlikeye atmak.
bütün yazışmalarda kaydedilecek referans
bir buluşla ilgili bütün hakları saklı tutmak
Fiil
suçu bütün çıplaklığıyla ortaya koymak
Fiil
suçu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmak
Fiil
dört bir yöne saçılmak
Fiil
otobüste bütün yol boyunca ayakta gitmek
Fiil
her tehlikeye göğüs germek
Fiil